8 Şubat 2014 Cumartesi

Bangladeş'de olsaydık bambaşka olurduk.

Perşembe akşamı erkenden eve gidip dinlenmeyi planlarken telefonum çaldı. arama motorundaki bant kaydında bilgisayara girilen bilgiler okundu:
- sayın avukat kamerce... asayiş büro amirliğinde şüpheli ifadesine katılmak istiyor iseniz biri görevi reddediyorsanız ikiyi mesajı tekrar dinlemek için üçü tuşlayınız.
Bangladeşli Muhammedle yolumu kesiştiren tek "bir" numaraydı. kendimi yorgun hissedip yada başka bir plan yapmayı tercih edip "iki"leyebilirdim. ama kader bizim tanışmamızı istedi ve beni oraya götürdü.

akabinde 3 dosyaya daha görevlendirmem yapıldı. maddi olarak bereketli bir akşamdı. maneviyat olarak ufkuma kattığı çizgilerse bu yazının konusu.
aslında klasik ifade alma işlemi 5 dk da halledilir tutanak imza edilir ve selam verip evine dönersin. lakin bu sefer öyle olmadı. teknik takip telefon dökümleri bunların şüphelilere okunması, şüphelilerin yabancı uyruklu olmaları münasebetiyle tercümanla hukuki yardım almaları derken konu uzadı.

yaptığım ilk görüşmede Muhammed "Selamün aleykum abla" dedi yarım yamalak Türkçesiyle. Aleyküm Selam'dı. o da Müslümandı ve beni gördüğüne mutlu olmuştu. çünkü biz dünyanın farklı iki ucunda doğmuş büyümüş olsak da aynı rabbe iman etmiştik.
olayı ondan dinledim anlamadığım noktaları tercüman çevirdi. herşey basitti: Bangladeş'deki zor şartlardan kurtulmak için başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştı. önce ırak sonra iran ve suriye üzerinden Türkiye'ye gelmişti. Edirne'den Yunanistana geçmek üzere iken yakalanmış ve yeniden İstanbul'a getirilmişti.
aslında bu umut yolculuğu sadece bu uzun yollardan ibaret olsa ne güzeldi. Lakin yolculuk tehlikeli ve meşakkatliydi. yollarda Çakallar türemiş insanları sömürmek için türlü tezgahlar kurmuşlardı.

onların "DALAL" dediği bizim insan taciri diye bildiğimiz, insanlıktan çıkmış bu varlıklar nice insanın hayatını bitirmişti. kimini işkence ile öldürerek, kiminden maddi menfaat elde ederek kiminin varını yoğunu satması için ailesi için tehdit ederek... türlü şeytanlıklar ve akıl almaz yöntemlerle dünyaya hükümran olmuşlardı sanki.

muhammed de onların kurbanlarından biriydi sadece. daha güzel şartlarda yaşayabilmek için dalallara milyon dolarlar vererek ülkesinden ayrılmıştı. yollarda yaşadığı sıkıntılar ve kaldığı ortamlar hayvanların şartlarından bile daha ağırdı. en son türkiye de çalışıp ailesine para göndermek istiyordu. ancak kimi zaman verdiği paralar da ailesine ulaşmıyordu. sesini çıkaramıyordu çünkü ülkeye yasa dışı yollardan girmiş ve kaçak konumundaydı. dalallar en çok bunu kullanıyordu. onlar aslında hiç yoktu. ne bir kayıtları ne bir izinleri ne bir kimlikleri.. kimbilir kaç tanesi ölü bulunmuştu. hatta onlardan biri de kaçırılmış ve fidye isteniyordu. fidye deyince hemen akla bankerlerin bulabileceği büyük paralar gelir. lakin muhammed gibiler için büyük para 1000 TL gibi bir rakamdı.
istenen fidyeyi 15 kişi toplayamadı. ellerinde olan tüm parayı ortaya koyduktan sonra hala eksik vardı. arkadaşları için pazarlık yaptılar ve eksik de olsa sahip oldukları tüm serveti vererek  onun serbest kalmasını sağladılar.

muhammed daha önce izlediğim bir filmin gerçek olduğunu gösterdi bana. ( AMİSTAD) O filmi izlediğimde de tüylerim diken diken olmuştu. muhammed in simsiyah gözlerine ve tenine bakarken de buz kesildi vücudum. insanoğlunun ne kadar vahşi olabileceğini bir kez daha gördüm. hatta benim gördüklerim onların yaşadıklarının yanında devede kulak sayılırdı.
- abla bana işkence ettiler. tırnaklarımı çektiler. bana çok zulmettiler.
derken gözlerine dolan yaşlar simsiyah bir geceyi temizleyen yağmur gibiydi. ruhuma işledi.
- özür dilerim muhammed " dedim içimden sen ve senin gibi Müslüman kardeşlerim zulm altında iken huzurla uyuduğum için saçma sapan şeyleri kendime dert edip üzüldüğüm için gözyaşlarımı üç kuruş şeyler için döktüğüm için özür dilerim...

muhammedin ifadesini almak gece üçe kadar sürdü. sonra taksiye atlayıp evime döndüm. sıcacık evimde yatağıma uzandım. kapıda beni bekleyen anneme sarıldım. yemek yiyip yemediğimi soranım vardı. mutfakta beni bekleyen tencereler vardı. Muhammed  ise nezarethaneye döndü, polislerin ona  verdiği soğuk paketlerdeki yiyeceklere öyle bir sarılmıştı ki içim eridi. battaniyesi var mıydı bilmiyorum ama şundan emindim dalalların elinde olmasındansa başında çatısı olan emin bir yerde "emniyet"teydi...



diğer şüphelilerin ifadesi soruşturma işlemleri derken iki gün daha geçti. polisler ve tercüman diğer avukatla sorguya devam etmişler sabaha kadar.
bugun beni aradılar yine. savcılık aşamasına katılacak mısınız dediler. aslında bir sürü işim vardı ama muhammed i yalnız bırakmak istemiyordum. saat 13 gibi vardım işlem yapılacak yere. ha şimdi ha birazdan derken saatler geçti ikindi ezanı okundu. bekledik bekledik akşam ezanını da duyduk. dünyada en zor şeylerden biri bu çaresiz bekleyiş olsa gerek. nıhayet akşam sekizde mahkemeye çıktık. Muhammed ve diğer arkadaşları yaşadıkları dramı bir kez daha anlattılar. biz kimseye karşı bir kötülük işlemedik. esas eziyet gören zulme maruz kalan bizdik. köpek gibi muamele gördük önümüze ekmek attılar. bizim paralarımızı alarak bizi mal gibi ülkeden ülkeye taşıdılar. hapsettiler tehdit ettiler ailelerimizi arayıp para istediler..

ifade uzadıkça oturduğum koltuğa gömüldüm. şimdi ne olacaktı. ben ne yapacaktım. hakim
- avukat hanım buyrun.
dediğinde ben ne yapabilirdim Muhammed için. onun zulmunun sona ermesi için dilim ne söylemeliydi.. Rabbım adil ve hakim olan sensin. zalimlere fırsat verme. bu masum insanlar için elimden geleni yapmamı nasip et duası ile söz aldım ve gerekli savunmayı yaptım.

diğer ifadeler ve savunmalardan sonra "gereği düşünüldü" :
- isnat edilen suç hakkında delilleri karartma şüphesi olmayan kara yüzlü insanların serbest bırakılmalarına.....

Rabbim çok şükür. o an hissettiğim duygu bütün günün yorgunluğunu aldı. her ne kadar Bengalce bilmesem de Muhammed söylediğim bazı kelimeleri anlamasa da anlamıştı. herşey bitmiş sayılırdı.
- teşekkür ederim abla dedi. ben namaz kılacak ve sana dua edecek...
içimdeki ses:
- asıl ben sana teşekkür ederim siyahi insan! bana insanlığımı hatırlattın uzun bir aradan sonra. beni kendime getirdin. şımarıklığımı ve şükürsüzlüğümüzü yüzüme vurdun. Allah razı olsun.

bu dosya için günlerce çalışan polisler için istenen bir sonuç değildi elbet. lakin mutluluğumu onlardan da gizleyemedim. hatta bir ara kontrolü kaybedip zafer işareti bile yaptım. binanın dışına çıktığım zaman derin bir nefes aldım. ciğerlerime dolan havanın tadını ruhumda hissettim ve gökyüzünde yarım ay olan Kamer' e tebessüm ederek yürüdüm...

olay süresince birlikte çalıştığımız tercümana sordum. neden ülkelerinden kaçmışlar ve zor şartlarda yaşıyorlardı? orada çok daha kötü şeyler de var. insanlar cahil. bozulmuş yemeği "bu bozulmuş" deyip yemeyecek kadar cahil ve zor durumdalar. o kokuşmuş yemeği bile nimet sayıyorlar abla.. sanırım bu soruyu hiç sormamalıydım. muhammed ve diğerleri yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardı.

Muhammed in siyah teni ve yaşadığı karanlık olay benim içimde çok başka renklere dokundu. kalbimin bir köşesini aydınlattı. ruhuma bir nefeslik ferah ve bilinç sağladı. eğer Türkiye de değil de Bangladeş de olsaydım benim hayatım da çok başka olurdu.

merak edenler için:

- http://www.hukukcular.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=69:uluslararasi-hukukcular-brlnn-banglade-uluslararasi-sava-suclari-mahkemes-ve-yargilama-sorunlari-raporu&catid=1:son-haberler&Itemid=74

- http://mazlumder.org/webimage/Benglade%C5%9F%202013(1).pdf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder