27 Nisan 2012 Cuma

yıkım

ilişkiler binalar gibi, insanlarsa müteahhid.
binbir emek ve hayalle başlanıyor binaya. Temeller atılıyor dualarla ve tabi izinler ilgili makamlardan. Rutsatsız başlanan bir inşaatın kaderi belirsiz oluyor haliyle.

aslında bir bina yapmak bu yazıyı yazmaktan daha kolay bence. zira neyi nerde nasıl ifade edeceğini düşünmek en zoru. bina inşa ederkenki silsile ise en baştan belli.
- temel at
- kolonları yap
- katları çık
- ara işler
vs vs derken koskoca bir bina merhaba der şehir halkına.

evet binalar gibi ilişkiler de. iyi bir müteahhide verdiği için memnun toprak sahibi. Yada ondan daire almayı planlayan diğerleri. Herkesin umutları müteahhidin becerisine odaklı. ancak bilmedikleri yada göz ardı ettikleri şeyse müteahhid tek etken değil bina için.

öncelikle "toprak" ait olunacak yer önemli. benim düşüncemde ilişkilerin toprağı ise Allah rızası. ne zaman ki yanlış toprakta bir bina inşa etmeye kalktık işte o zaman en ufak sallantılarda yıkıma uğradık.

topraktan sonra tabi ki malzeme. Umut etmek güzel ancak umudu besleyecek emek de çaba da gerek. Güzel bir bina için en iyi malzemeleri seçmek de bunun masrafını üstlenmek de elbette hayal sahiplerinin görevi.

diğer önemli etkense tabiat. Ona karşı konulmaz. teknoloji ne kadar  ilerledi ise de bu beşerin acziyetine çözüm değil. evet insan tekerleği buldu ama tekerin dönmeyeceği yolların engebesini gideremedi. ya da eğimleri düzleştiremedi. evet gemi inşa edildi ama fırtınaya set çekilemedi. haliyle bina inşa ettikten sonra muhafaza etmek gerek rüzgara yağmura kar vs doğal afete karşı. ama illa ki kesin çözüm olmadığını da bilerek. depremlere hazır olarak.

çok karışık oldu bu yazı. uzun lafın kısası; ilişkiler binalar gibi. ne zaman ki onu Allah rızası üzerine inşa etmedi insan, o bina baştan yıkıma gebe kaldı. öte yandan müteahhidi olduğumuz binalar gibi, insanlar biz o ilişkiyi inşa ederken hiç ses çıkarmaz. biz yapar da yaparız. sarf ettiğimiz emeğin haddi hesabı sorulmaz. biz de faturalar çıkarmayız eşin dostun önüne.
ta ki onlardan bir sitem gelene dek, ya da bizim takatimiz sabrımız bitinceye dek..
işte o zaman başlar müteahhıdın sorumluluğu. dün müteşekkir insanlar bugun vadedilen yerlerin maliki olamadıkları için ihtarlara tehditlere başlar. olan olmayan herşeyin sorumlusu bizi tutar. az önce saydıgım bütün temelleri yok sayarak sanki herşeye hükmü geçen bizmişiz gibi...

sanki kendileri taşın altına elini koymuş gibi bizi yargılarlar...

diğerlerini bilmiyorum ama ben müteahhidi olduğum ilişkiler için elimden gelen çabayı sarf ettiğim halde sonunda hüsrana uğruyorsam. kımsenın gözünun yaşına bakmadan kendi ellerimle yaptıgım binanın temeline dinamiti koyuyorum.

zira onun temelinde Allah rızası olsa idi. aşkla yükselse idi o bina nice depremde doğal afette sarsılmazdı.

http://www.dailymotion.com/video/xkalvz_cafe-anatolia-dreams-of-love_music?search_algo=1




26 Nisan 2012 Perşembe

melankoza (idik)



Sen melankoza…
Melankolik fıtratımın iflah olma çabası.
Kelebek misali tırtılın yuvası
Melankoza.
Gece uykuda.
Gün eteklerini toplamış ufukta.
Bi sen kalmışsın geriye
Bir de koca bir boşluk yüreğimde…
Kamer de yok bu gece.
Yıldızlar bile terki diyar eylemiş.
Siyaha bürülü gök perdesinde.
Dedim ya melankoza…
Bir biz kaldık geriye…
Bir de koca bir boşluk içimizde.
Vicdanımın duvarlarında yankılanan koca bir ses
Ki haykırıyor : EYVAHHHH!!!!,
Eyvah…
Melankoza..
Kaç seheri karşıladık seninle
Gözyaşı besteleriyle…
Kaç gecenin ırzına geçtik
Heba edilen düşlerle…
Kaç zamanlar efkar kadehleri tokuşturduk.
kaç kez duygu dehlizlerinde
Aşka dokunduk…
Sen ki melankoza…
Koca bir dünya taşırken içinde
Ummana yetecek yürek varken
Kozanın çapına ulaşamamak…
O perdeyi aşıp dünyaya bakamamak..
Bir tırtıl gibi kendi sınırlarına hapsolmak…
Ah melankoza..
Bir görsem ki ufkum zarımdan çok ala
Bir varsam ki hayal ettiğim boyutlara.
Bir sıyrılma vakti şimdi melankoza…
Hüznün küflü kilitler vurduğu esirlikten
Nefse tabi beşeriyetten…
İrade dışı tüm hareketlerden.
Sen melankoza…
Bugünün özgeçmişi
Yarının müjdecisi.
Sol yanıma saklı kelebeğin
Doğum arifesi.
Sancılar sıklaşıyor melankoza.
Daha bir derinden şimdi her şey
Alışmış gibi dursam da
İnanma
Yolunda değil hiçbir şey…
Ne geceler örtüyor yaşananları
Artık kara bile kara değil yanımda.
Ne de kamer tercüman oluyor halime
O da artık ırak bu yüreğe…
Şimdi melankoza..
Duygu girdaplarına isyan var bu bedende.
Bir denge aranıyor akıl ve iradeyle
Bu öyle bir çaba ki melankoza
Sığmıyor artık larva çapına.
Ya doğacak bir kelebek
Bu tırtıl aleminden…
Kanatları ukbaya dönük…
Ya da çürüyecek içte kalan öz
Gereğince işlenmediğinden.
Dalları ateşe varan bir zakkum gibi….
Sen melankoza…
Öyle bir köksün ki nisyan toprağında
İçine alacağın suyla yeşerecek yarın
Ya kökü gökte bir “tuba ağacı”
Ya da küfre bulaşmış bi dünya meyvesi
Nimetleri yalanlayan bir “kezziban”
2temmuz 09/perşm

Kozadan Kelebeğe

dün kendimi okudum yine kitaplarda, bilim dünyasının tahlil ettiği rahatsızlıklarımı tespit edip reçete yazdım kendi kendime.
ilk madde mutlu olmak, hüzne veda edip dümeni şükür kıyılarına çevirmek. öyle yazıldığı gibi kolay olmayacak haliyle. ama denemekte fayda var. ne de olsa kaybedeceğimiz yada kazanacağımız kendi hayatımız. yani illa ki denenmeli.
sabah can sıkan bir kriz olsa da güzel bir kahvaltı ve yumurtalı ekmekler güne iyi bir başlangıçtı. hele ki benim kahvaltı hazırlığında olduğum saatte Şeri nin arayarak mesaiden dert yanması ve sabah çok zor uyandığını anlatması ikinci şükür sebebimdi. çünkü ben kendi işimin patroniçesi ve dilediğim saatte kepenkleri kapatma özgürlüğüne sahiptim. tıpkı bu sabah olduğu gibi saat 10 da da 12 de de büroya gitsem kimseye hesap vermek zorunda değilim. Elhamdulillah.

Büroda yalnızım bir kaç aydır. zira Fatma evlilik hazırlıklarına gömülmüştü. Şimdi de balayında. Allah mutlu kılsın. bakma yalnızlıkla cümleye başladığıma. ben daha huzurluyum yalnız çalıştığımda. çünkü kalabalıkta zihnımı toparlayamıyorum. Derviş beyin bürosunda iken en zorlandıgım şeyde buydu. iş güç de iyi çok şükür. ne sinek avlıyoruz ne de yetişemeyecek kadar çok iş yapıyoruz. kısaca kendi yağımızda kavruluyoruz.

bir ara borçlu ile yaptıgım telefon görüşmesi sinirlerimi gerdi ama araya öğle namazının girmesi ve soğuk suyla temas gerginliğimi giderdi.
bütün gün borç ödemekle uğraştım. cebimde bir kuruş para kalmasa da ödenecek borcum da kalmadı Hamdolsun. ne vergi ne kira ne fatura bişicikler kalmadı. bu ay da çarkı döndürdük. Rabbım gelecek ay yüzümüzü kara çıkarmasın.

veeee günün süprizi. bir dosya için Yeşilköye gidip sömürücü bankalardan evrak almam gerekiyordu. istanbulda 6 yıldır yaşamama rağmen Sirkeci- Halkalı tren hattını hiç kullanmamıştım ve ben tren yolculuklarına bayılırım. Banka ile tren ne alaka diye düşünürsek. banka Yeşilköy tren istasyonuna çok yakın olduğu için o hattı kullanmam gerekti. aslında bakırköy vs yerlerden aktarma şansım olduğunu öğrendim ama yine de 65 dk sürecek olan treni seçtim. iyi ki de trenle gittim.
ilk önce sirkeci garının tarihi kokusu mest etti beni. daha önce de sırf oranın havasını teneffüs etmek için içeri girmiştim ama hiç yolculuk etme fırsatım olmamıştı. bugun bir ilk yaşandı.
yolcuların binmesinden sonra tren hareket etti. evet seviyordum treni. uzayıp giden raylarını. o rayların arasındaki taşları ve taşlar arasında yer yer biten otları. hepsini seviyordum.
daha önce Gülhane çıkışında hayal kurmuştuk. birlıkte tren yolculuğu yapalm diye. Cankurtaran'a giderken o hayal aklıma geldi. içim burkuldu. olsun neydi ilkemiz mutlu olmak. bugun hüzne yer yoktu.
kumkapı yedikule cerrahpaşa zeytinburnu ve hatırlayamadığım daha nice duraktan geçtik. tren raylarına komşu evleri seyrettim. acaba onlar da bu yolculuklardan benım kadar mutlu olurlar mıydı? yoksa tren onlar için sadece bir gürültüden ibaret mi? bilemedim. sormam da mümkün değildi.
tren ilerledikçe bilmediğim bir şehirde gibi hissettim kendimi. evet bir sonraki seferde burayıd a gezmeliyim dediğim yerler oldu. yeni planlar can buldu.

hedefime varıp işlerimi halletmem 10 dk sürmedi. ama hemen geri dönmek içimden gelmedi. Hadi dedim kendi kendime ve devam ettim cadde boyu yürümeye. nereye niçin yürüdüğümü bilmiyordum ama sadece yürümek ve bir keşif yapmak istiyordum. bir ara acıktım acaba birşeyler mi yesem diye düşünsem de seçeneklerin çokluğu gözümü korkuttu ve tabi menülerdeki fahiş fiyatlara rağmen tabağa neyin konacağını bilmemek.
sonunda çok tatlı bir hediye dükkanına denk geldim. evet keşif buydu. Colomb kadar mutluydum. Sakarya yarın gidecektim ama kaç gündür orda yapılacak olan parti için şeri ye özgü güzel bir hediye bulamamıştım. birkaç eşyaya baktıktan sonra tam isabet bir  hediye bana göz kırpıyordu. mini minnacık bir mutfak takımıydı bu. tencere tava, kepçe eldiven vs aksesuarlardan oluşan oyuncak gibi ama orjınal bir takımdı. satıcının tebessümlü çehresi ile alış veriş daha bir tatlı hal aldı.

ve dönüş yolu. tren yolculuğu. içimde uzayıp giden raylar arasında bir o yana bir bu yana sallanan yüreğimin rüzgarla dansı. güneşin ara ara yuzumu okşadığı, gözümün yeşile ve maviye doyduğu anların hülasası işte bu yazı.

Mutluluk ilkesi ile başlanan gün böyle güzeldi. Rabbım çok şükür.