3 Eylül 2012 Pazartesi

Hayat bebekler gibi, bebekler hayat sanki…


Hayat bebekler gibi, bebekler hayat sanki…

Rahim sıfatıyla başlıyor yaşam. Zaman tünelinde 9 ay geriye gidebiliyoruz ancak. Aslında bu 9 ay da sembolik bir rakam. Geçmiş ya da gelecek her şeyiyle bize aşikar değil, çoğu gayba iman.

Var kılındığımız süreç mucizelerle dolu. Bir hücreden başlayan hayat tas tamam olup dünyaya “merhaba” diyor. Öncesinde bize ev olan anne karnı vakti gelince kapıları açıp  “hadi git” diyor. Korku dolu sancılı bir süreç ve göbek bağından kopuş. Esasında hayatın bir kopuşlar zinciri olduğu o an işaret ediliyor. Tabi akledene.

 Hayat bebekler gibi, bebekler hayat sanki…

Önce masumiyet geliyor, herkes hayran hayran bir zıbın içine sığan yaşamı gözlüyor çığlıklar eşliğinde. Sonra yumuk eller selam veriyor bize. “benden zarar gelmez” der gibi. Akabinde mest eden bir süt kokusu. Öyle berrak öyle içe çekilesi ki sarhoş olmamak elde değil. Hayat bizi kendine bağımlı kılıyor adeta. Koklamak istiyorsun bir daha bir daha.

Sonra acziyet vuruluyor gözümüze. Tabiatta yeni doğan her canlı kendi başının çaresine bakabilecekken; büyüyünce “aklı” ile ilahlık taslayacak olan beşer bir başkasına muhtaç kılınıyor.

Hayat bebekler gibi, bebekler hayat sanki…
Bazen öyle kaygısız, dünyadan bihaber uykudayız mışıl mışıl. Bazen de emziği alınan bebekler gibi ağlamaktayız ciyak ciyak.

Sevdiğimiz (anne)den alınan bir yudum süt mutlu olmak için kafiyken bazen hazmetmek kolay olmuyor aldıklarımızı. Yine muhtacız yardıma. Sırtımız okşanmalı ve “gaz”ımız çıkmalı. Sıcak bir elin dokunuşu ile ya da bizim için atan bir kalbe yakınlıkla sesimiz kısılmalı.

Bazen de kötü sonuçlarla yüzleşmek şart. Sessiz sedasız yaptıklarımızın kokusu bile çıkıyor illa ki. Yine kendi başımıza temizlenmek mümkün değil. Biri pis kokumuza rağmen bize yaklaşmalı, el uzatmalı. Altımızı değiştirip bizi temizlemeli. Sonra biz yine pislesek de bu döngü böyle sürüp gitmeli tıpkı hayat gibi. Tıpkı bebeklerin düşüp kalkması gibi.

Hayat bebekler gibi, bebekler hayat sanki…
Bebekler de ilk önce emekler sonra yürümeye yeltenir ve nice acıdan sonra ayakta durmayı öğrenir. Hayata direnen bireyler gibi.

Hayat bebekler gibi, bebekler hayat sanki…
Zamanın acımasızlığı her yerde geçerli akçe. Her şeyin sonunun olduğu bir düzende bebeklik de bitiyor sessizce. Büyüyüveriyor hayat gözümüzün önünde. Ellerimizde kalan henüz eskimemiş bir çift patik ve birkaç siyah beyaz resim sadece. “biz vardık” demek için şahitlik edecek dilsiz nesneler.
Sonra yeniden başka bir bebeğe yönelen gözler. Tıpkı hayat gibi.

4. 8. 12


3 Ağustos 2012 Cuma

Öyle geldiğin gibi gitme


Öyle geldiğin gibi gitme!

Adınla gözlerime yerleşen pırıltı,

Vaktimi şenlendiren aşkın,

İçime doldurduğun masumluk,

Bırak sen gittiğinde bana kalsın.



Öyle geldiğin gibi gitme!

İnanmasın hiç kimse gittiğine.

Sen varmışsın gibi devam etsin yaşam.

Gitmediğini zannetsin cümle alem.

Ben yine huzurla bakayım göğe.

Tebessüm çiçekleri açsın yüzümde.



Öyle geldiğin gibi gitme!

Ellerimi yetim, dilimde zikrini solgun,

Kalbimi taş gibi bırakma gidip de.



Öyle geldiğin gibi gitme!                                

Belki layık değilim sana.

Tökezliyorum ara ara

Lakin yine de senle kalayım

Öz rengine bürünsün zaman mekan.



Ne olur! Öyle geldiğin gibi gitme

Aşkın baki kalsın yüreğimde.

Ruhumu hicran çöllerine itme.

Beni benlik kuyusuna düşürme.

Öyle geldiğin gibi gitme.

Güneş gibi doğ Kamerin gecesine

Siyaha veda mektupları yazayım

Yıldızlardan kaçıp sende kalayım.

Işık ol gözüme, gönlüme, ömrüme.



Öyle geldiğin gibi gitme!

Kadir bileyim her geceyi,

Bayram diye vereyim aldığım her nefesi.

Kurban edeyim nefsi, İsmail gibi.



Öyle geldiğin gibi gitme

Bir daha göremem belki seni

Gaybdır beşere andan ötesi

Başka bir “ramazan”ın yok garantisi

Öyle geldiğin gibi gitme!

4.8.12

30 Temmuz 2012 Pazartesi

iç dökü(lü)ş

şükürsüzlüğün güzellemesi olmuş Aşk,
bir beşerin gönlünde yer bulmakla,dilinden adını duymakla dünyanın en mühim insanı oldum sanıyor ademoğlu.
eğer aşk yoksa bir boşluğa düşmüş gibi hayat. boşu boşuna yaşıyor gibi ruhlar.  bir esmerin kara gözlerine düşmeyi yeğler hale gelmiş insan.
sahip olduğumuz nice nimeti göz ardı ederek, "eksık olana" odaklanmış biz zıhın. kendını haklı görmek için bulduğu sebep elbette kı aşk. tabi bunun sonunda ayrılık varsa en başa dönüş. doğru insan değildi.
şükürsüzlükte nerde kalmıştık?

http://www.youtube.com/watch?v=yLIatEQZ_GE&feature=related

19 Haziran 2012 Salı

alem-i kitap

bazen bir kitap bir film yada bir şarkı bile ele verir insanın iç dunyasını.
kımılerınınki "ucuz bir roman*"dır kımılerınınki ansiklopedi.



*Pulp Fiction


daha az seviyorum seni

daha az seviyorum seni
Giderek daha az.
Unutur gibi seviyorum
Azala azala…
Aramızdaki uzaklığın karanlığında

Geceler kısalıp gündüzler uzuyor öyle olunca…
Daha az seviyorum seni.
Kendini iyileştiren bir yara gibi
Daha az
Ve zamanla.

Sen geceyi tutuyorsun ben nöbetini.
Uzak dağ kışlalarında
Görmüyoruz birbirimizi.
Usul usul sis iniyor
Kopmuş yollara.
Işığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin.
Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda.
Sevgilim sevgilim
Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da.

Artık daha az seviyorum seni…
Unutur gibi, ölür gibi daha az.

Yeniden ödetiyorum kendime
Onca aşkın öğretemediğini.
Kolay değildi
Yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben.
Kaç acı birden imtihan etti beni..

Bir tek gece vardır insanın hayatında
Ömür boyu sürer nöbeti.
Bu da öyleydi…
İyi ol,
Sağ ol,
Uzak ol.
Ama bir daha görme beni.

Murathan Mungan.

narsist-kimse

kimse sevmediği için mi narsist oldum
yoksa narsist olduğum için mi kimse beni sevmedi
bilemedim!

15 Haziran 2012 Cuma

günün türküsü

mavili kız

haftanın son günü, saat 7 yi geçmişti eve geldiğimde, elimi yüzümü yıkayınca biraz ferahladım. yaz sıcakları başladığı için nerdeyse bütün cam çerçeve açık. haliyle sokakta olan tüm sesler de evin içinde yer ediniyor kendine. tam dolabın kapısını açmıştım dışardan bir erkek çocuğunun sesi yankılandı odamda:
- Anne ! şu kız var ya mavili olan. O beni çok fena dövdü.
beynimden vurulmuş gibi oldum. Nasıl bir cümledir bu ya? hele ki bir erkek çocuğunun ağzında. Devir değişti tamam biliyoruz ama bu kadarı da fazla.
Cesur güçlü kuvvetli erkek milleti sanki dize gelmiş. Naif latif hatun kişilerse cenge giden pehlivanlar gibi. dünya tersine dönmeye başlamış çoktan. Biz yeni fark ettik.

yazmak yada yazmamak işte bütün mesele bu :)





Yazmaya tevbe etmiş gibi, kelimeler eski bir günah sanki. Unutulmak istenen ama yine de hafızada tekrar eden heceler

Bir yanda eski günahı yeniden yaşamanın hazzı, yıllanmış şarabı yudumlar gibi, diğer yanda vazgeçmeye yönelik can çekişen irade.

Arafta asılı kalmış kalem. Mürekkebin aklı karışmış, ne yana akacak bikarar. Noktalar konulmuş cümle sonlarına. Büyük harfler ayakta: “yaz bizi ey kalem. Bizim canımıza kıy ki kutsal bir gaye uğruna feda edilsin başlar. Var olsun yepyeni başlangıçlar.”

Öte yanda sükut kucak açmış beklemekte tüm şefkatiyle. Söz ülkesinde bitap düşen yüreğe merhem, bir şifa. Belki de panzehir kılığına girmiş zehrin ta kendisi. Farkında değil kimse.

Hasılı, yazmak da med cezirler arasında savrulup duran bir nimet. Kimi zaman bereketli topraklara düşen bir tohum. Kimi zamansa çölde kavrulan bir çekirdek sadece.

Ne diyelim? Yazacaklarımız hayra lisan olsun. Hayır yazacak isek kalem yeniden can bulsun. (amın) 13 haizran 2012

12 Haziran 2012 Salı

terazi

adalet terazisi her zaman sevgi-li-den yana ağır basar!

11 Haziran 2012 Pazartesi

güneş-kamer

bir mahluk güneş olmuşsa dünyaya, yine de bilmeli sınırlarını,
karanlık vakitlerde örtmeli yüzünü, çekilmeli köşesine
bilmeli ki gece kamerin vakti. gün bitimi gök onun seyir nöbetinde.

dünya güneşin etrafında el pençe divan dursa da
kamerin yeri başkadır illa. öyle takdir etmiş mevla
kamer gecedir, hüzündür göz yaşıdır karadır
güneş gibi kamaştırmaz gözleri, edeplidir
utandırmaz kımseyi, örter gecenın yardımıyla

bir mahluk güneş olsa da haddini bilmeli
tüm ışık bende zannetmemeli.
sonradan olduğunu yaradıldığını idrak etmeli
hadi ben gibi hiçbirşey bilmiyorsa da
haddini bilmeli illa ki !!!!

9 Haziran 2012 Cumartesi

Hakim Beğ

Hakim Beğ  (Gene Tehir Etme)
 
Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hakim beğ
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun o da öldü hakim beğ

Kırk yıl önce yani babam ölünce
Kadılıklar hakimliğe dönünce
Mirasçılar tarla takım bölünce
İrezillik beni buldu hakim beğ

Yaşım yetmiş iki usandım gel-git
Bini buldu burda yediğim zılgıt
Eğer diyeceksen bana ne öl git
Oğlumun bir oğlu oldu hakim beğ

Sekiz evlek tarla bir geverlik su
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu
Kazanmasam da hu kazansam da hu
Canım ta burnuma geldi hakim beğ

Keşife-meşife damgaya harc'a
Kanımız kurudu harca da harca
Sayenizde avukatlar yıllarca
Fakiri yoldu da yoldu hakim beğ

Mübaşir itekler katip zavırlar
Değişti bizde de göya devirler
Yüz yıl önce adam yiyen gavurlar
Tapucuyu aya saldı hakim beğ

Kabahat sizde mi kanunlarda mı
Şaşırdım billahi yolu yordamı
Kızma sözlerime alam kadanı
Sıkıntıdan içim doldu hakim beğ

Mülkün temeliydi adalet hani
Bizim hak temelde saklı mı yani
Çıkartıp ta versen kim olur mani
Yoksa hırsızlar mı çaldı hakim beğ

Hem davacı pişman hem de davalı
Bu yolda tükettik çulu çuvalı
Sabret makamından çalma kavalı
Sürüler ekine daldı hakim beğ

Abdurrahim Karakoç

6 Haziran 2012 Çarşamba

beddua

sırtımdayken bir kulun ahı,
kulaklar duyarken bedduaları*
ayak gider mi istikbale,
yürek dayanır mı çileye
ahhh nefsim!!!
hem beni mahvettin.
hem sevdiklerimi.
kahrol!!!


*"Mahşere kalsın. Ama bir zalime denk gelip dünyasını şaşırsın" A.H- sessiz küfür

3 Haziran 2012 Pazar

"hünkar beğendi" dediler ben beğenmedim

Yemek kültürüm de damak tadım da kendim gibi biraz tutucudur. Herşeyi yemem denemekden de geri dururum çoğu zaman. Bazen de christoph colomb gibi keşfedeceğim tutar Amerikayı.
İşte öyle bir eşref saatine denk geldim geçen gün. Öğle yemeğinde Hünkar beğendiyi denedim. servis yapan şef "patlıcan" la yaptım deyince, bir de onun daha önceki tavsiyelerini beğenmiş olmamın etkisi ile denemeye ikna oldum.

Tabi yanında geleneksel tadım mercimek çorbası hazır. Neyse oturdum sofraya ve tanıştık Hünkar beğendi dedikleri tatla. Hünkarı münkarı bilmem de kamer beğenmedi işte. Zaten oldum olası aram iyi değil kırmızı etle. Bir de caaaanım patlıcanı rezil etmişler beşamel sos dedikleri bişeyle. O yüzden ağzım bir hoş oldu anlayacağın. Bir daha hünkarın beğenisine felan bakmayacağım.

 Üstelik bir kitap okudum: "Kan gruplarına göre beslenme" yazar o kitapta döküvermiş benim yemek listemi önüme. 25 yıl sonra öğrendiğim kan grubuma göre diyor ki benim tercıhlerım yıllardır kan grubumun ıhtıyacına göreymiş.

 A pozıtıf olan bir ınsan kırmızı et yememeli bol yeşillikle beslenmeli imiş. ben zaten yıllardır bunun savaşını vermekteyım. şimdi elim daha da kuvvetlendı. bakın görün bilim de benden yana

Yüce Rabbım kan grubuna göre iştah vermiş Kamer kuluna. siz hünkarı münkarı karıştırmayın araya.

2 Haziran 2012 Cumartesi

"eşek" hoşaftan anlar mı?

atasözlerini ve deyimleri hep sevmişimdir. başlıktan da anlaşıldığı gibi yeri geldiğinde kullanmaya da özen gösterırım.
günün ve yazının konusu: eşek hoşaftan ne anlar" söz dizisi. şimdi bununtarihteçesi falan filan hiç bahsetmeyeceğim. kısa bir benzetme ile sözü keselim.
öneri 1:
eşek= zatı şahanem
hoşaf= yazı yazmak

ve eşek hoşaftan anlamadığı için yazı yazmaya ara verdım. çok nadir kalemi elime alır oldum.

öneri 2 :
eşek: zatı şahanem
hoşaf: blogdaşım,

pek muhterem arkadaşım bloguma yorum yazma lütfunda bulunan tek isim. O yüzdn kendisine bu teşekkürü bir borç bilirim.  Sağol Varol.
Allah kalemıne kelamına zeval vermesin. S-özü dos doğru kımselerden eylesın ( amın)

26 Mayıs 2012 Cumartesi

gitme istemem

Demek sen böyle salına salına
Bensiz gidiyorsun ey canımın canı.
Ey, dostlarının canına can katan,
Gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem.
İstemem, ey gök kubbe, bensiz dönme
İstemem, ey ay, bensiz doğma.
İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma
Bensiz geçme, ey zaman, istemem.
Sen benimle beraberken
Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel.
İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
O dünyaya bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme.
İstemem, ey dil, bensiz okuma.
İstemem, ey göz, bensiz görme.
Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.
Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem.
Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bir.
Sen gülsün, bense senin dikeninim madem,
Gül bahçesine bensiz gitme, istemem.
Senin gözün bende iken
Ben senin çevgenin önündeyimdir.
Ne olur, öylece bak dur bana,
Bırakıp gitme beni, istemem.
O güzelle berabersen, sen ey neşe,
İstemem, sakın içme bensiz.
Hünkârın damına çıkarsan, ey bekçi,
Sakın bensiz çıkma, istemem
Bir şey yoksa bu yolda senden,
Bitik bu yola düş enlerin hali.
Ben senin izindeyim, ey izi görünmez dost,
Bensiz gitme, istemem.
Ne yazık bu yola bilmeden, rastgele girene!
Sen ey, gideceğim yolu bilen,
Sen ey yolumun ışığı, sen ey benim değneğim,
Bensiz gitme, istemem.
Onlar sadece aşk diyorlar sana,
Oysa aşk sultanı mısın sen benim.
Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost,
Bensiz gitme, istemem.

Mevlana Celaleddin Rumi

18 Mayıs 2012 Cuma

ya tutarsa

ömür deresine tevbe mayaladım. Nasrettin Hoca misali umutlardayım;
- Ya tutarsa !

10 Mayıs 2012 Perşembe

bir tek sen

"bir tek sen eksiksin
işim gücüm herşeyim tamam
bir ev bir yuva iki de çocuğa
yok ben sensiz karışamam" diyor bir şarkıda.

http://www.youtube.com/watch?v=1MOOpHMOTuU

bizimki de o hesap...

Özledim!
Çok Özledim.

6 Mayıs 2012 Pazar

Av'liya Kamer'i Antalya

bir an önce uyumalıyım sabah olmak üzere ve uçaktaki birkaç dakikalık dinlenmeyi saymazsak gözümü yummadım. ancak yazmalıyım.
biliyorum eğer şimdi yazmazsam uçup gidecek hepsi. an içinde bütün hücrelerime dolan duygular zamana yenik düşüp yerlerini başka hislere bırakacak. işte o zaman bu yazının temeli de duvarları da olmayacak. şimdinin renginde anlam bulacak desenler gelecek zaman içinde belki de bir hiç olacak.
işte o yüzden yazmalıyım. anlatmalıyım Antalya nın mis gibi hanımeli kokusunu. uçaktan inip servisle şehir merkezine vardığımızda başımızı döndüren oksijenden söz etmeliyim ilk önce. sonra gözlerimize zerafet gibi serilen yemyeşil örtüden bahsetmek gerek illa.

gecenin bir vaktine dek kapısına gelecek misafirleri bekleyen Mustafa amcadan ve selma teyzeden söz açmak gerek devamında. kestikleri adağı bize ikram etmek için sarf ettikleri emekler dile getirilmeli. sırf misafirlerine iki gün rahat ettirebilmek için bir hafta öncesinden hazırlıklara başlamalarına ve işleri bitirmek için full mesai çalışmalarına ne demeli...

o sıcak muhabbetleri, o karşılık bbeklemeyen cömert elleri ne kadar öpmeli. buram buram huzurun estiği o saadet hanesi, alt komşu mu kiracı mı yoksa can kan kardeş mi ayırt edilemeyen samimi ilişkiler mi,
henüz konuşmayı sökememiş Fatmanurun "apaaaa" diye başlayan 2 kelimelik cümleleri, hangi birinden söz etmeli.

aslında hiçbirini atlamadan tek tek hepsi ifade edilmeli. ki hiçbirinin hakkı geçmesin diğerine. zira biz iki gündür bunu gördük yaşadık şahit olduk bu ailede.

6 kişi gittiğimiz halde herbirimizi kendi evlatları gbi bağrına basan bir aile. Antalyanın Finike ilçesine bağlı Hasyurt adlı bir belde. İsmi ile müsemma deyişinin hakkını veren bir çift gördük bu gezimizde. cömertlik, fedakarlık, samimiyet ve iyiniyet birbirinden ala sıfatlar az gelir onları tarife. insanın hası demek en doğru tanım bence.

gidip görmeli Hasyurtun cennet bahçelerini andıran o koylarını, su kenarına kurulmuş alabalık tesislerini ve daha nice güzel yeri. gidip görmeli ve tefekkür etmeli saatlerce, bir saatlik tefekkürün bin yıllık nafile ibadete denk olduğunu bilerek hem de.

iki gün boyunca ayette buyrulan ve yeryüzünün direği sayılan yalçın dağlardı mekanımız. kıyıya zikirle vuran dalgalardı yoldaşımız. denizleri takip ettik yollar boyu.
yiyiniz içiniz israf etmeyiniz hukmune binaen tadına vardık dünya nımetlerının.

en önemlisi de emeğe şahit olduk yolculuğumuz boyunca. sabah gün ışığı ile kalkan ve çalışmaya bbaşlayan emektar insanların yetiştirdiği taze mis kokulu sebze ve meyveler doldurdu tabağımızı soframızı ve dönüş yolunda bavullarımızı.
"abı ıkı kılo da domates koy" deyip üç kuruş uzatmak kadar kolay olmuyor bir mahsülü yetiştirmek. onu bilerek lokmaları çiğnemeli insanoğlu.

ve unuttuğum diğer nokta. Antalyaya istanbuldan kara yolu ile ulaşım 16 saat süreceği için hava yolunu tercih ettik. ve bir saat 5 dakıkada Antalya hava alanına inmiştik.
çocukken gökyuzune bakıp "bunlar nasıl gidiyor gökyuzunde. aaaa bak arkasında beyaz bulutlar oldu anne" diye şaşkınlıkla seyrettiğim uçağın içinde olmak bambaşka bir hisdi.
dün hayalin olan şey bugun ellerinin içinde. ama hala şükür yok dilde...
bir şükredemiyoruz layıkı ile.

1 Mayıs 2012 Salı

Eksik bir şey mi var?

kaç gündür ha yazdım ha yazacağım derken bir türlü varamadım satırların başına. Ama yine öyle bir vurgun yedik ki tekrar döndük hüsran ufkuna

Haftasonu Sakarya sendromu, hüzün, hicran çığlıkları ve pişmanlık sanırım 3 esas kelime bu şehre dair not düşeceğim.

ne yaşarsa yaşasın bir cesaret gösterir insan ve yüzleşmek ister maziyle. ama bu cesaret çözüm değildir hüzne. hatta mayada melankoli varsa rengarenk bir resim dahi siyah beyaz görünür göze.

işte bu sahnede yüzünde sahte bir tebessüm, dudaklarında eğreti bir kahkaha.

çünkü kalbin henüz mutmain değil anı yaşamak için, onun atışı anıları yaşamak ister gibi...

aslında herşey birbirine geçmiş. geçmiş ve gelecek arasında arafta asılı kalmak gibi...

gönül pek dinlemese de akıl der ki hak edene hak ettiği emeği sevgiyi vermek gerek. yoksa bu yürek daha çok incinecek.

Ey Rabbim Sen bizi Hüseyni Makamlardaki ezgilerden uzak kıl.

Sen bizi Muhammedi Aşklara müptela kıl.

Sen bizi şükürsüz eyleme. şükürsüz eyleme....

http://www.dailymotion.com/video/xbez3_muzeyyen-senar-benzemez-kimse-sana_music

27 Nisan 2012 Cuma

yıkım

ilişkiler binalar gibi, insanlarsa müteahhid.
binbir emek ve hayalle başlanıyor binaya. Temeller atılıyor dualarla ve tabi izinler ilgili makamlardan. Rutsatsız başlanan bir inşaatın kaderi belirsiz oluyor haliyle.

aslında bir bina yapmak bu yazıyı yazmaktan daha kolay bence. zira neyi nerde nasıl ifade edeceğini düşünmek en zoru. bina inşa ederkenki silsile ise en baştan belli.
- temel at
- kolonları yap
- katları çık
- ara işler
vs vs derken koskoca bir bina merhaba der şehir halkına.

evet binalar gibi ilişkiler de. iyi bir müteahhide verdiği için memnun toprak sahibi. Yada ondan daire almayı planlayan diğerleri. Herkesin umutları müteahhidin becerisine odaklı. ancak bilmedikleri yada göz ardı ettikleri şeyse müteahhid tek etken değil bina için.

öncelikle "toprak" ait olunacak yer önemli. benim düşüncemde ilişkilerin toprağı ise Allah rızası. ne zaman ki yanlış toprakta bir bina inşa etmeye kalktık işte o zaman en ufak sallantılarda yıkıma uğradık.

topraktan sonra tabi ki malzeme. Umut etmek güzel ancak umudu besleyecek emek de çaba da gerek. Güzel bir bina için en iyi malzemeleri seçmek de bunun masrafını üstlenmek de elbette hayal sahiplerinin görevi.

diğer önemli etkense tabiat. Ona karşı konulmaz. teknoloji ne kadar  ilerledi ise de bu beşerin acziyetine çözüm değil. evet insan tekerleği buldu ama tekerin dönmeyeceği yolların engebesini gideremedi. ya da eğimleri düzleştiremedi. evet gemi inşa edildi ama fırtınaya set çekilemedi. haliyle bina inşa ettikten sonra muhafaza etmek gerek rüzgara yağmura kar vs doğal afete karşı. ama illa ki kesin çözüm olmadığını da bilerek. depremlere hazır olarak.

çok karışık oldu bu yazı. uzun lafın kısası; ilişkiler binalar gibi. ne zaman ki onu Allah rızası üzerine inşa etmedi insan, o bina baştan yıkıma gebe kaldı. öte yandan müteahhidi olduğumuz binalar gibi, insanlar biz o ilişkiyi inşa ederken hiç ses çıkarmaz. biz yapar da yaparız. sarf ettiğimiz emeğin haddi hesabı sorulmaz. biz de faturalar çıkarmayız eşin dostun önüne.
ta ki onlardan bir sitem gelene dek, ya da bizim takatimiz sabrımız bitinceye dek..
işte o zaman başlar müteahhıdın sorumluluğu. dün müteşekkir insanlar bugun vadedilen yerlerin maliki olamadıkları için ihtarlara tehditlere başlar. olan olmayan herşeyin sorumlusu bizi tutar. az önce saydıgım bütün temelleri yok sayarak sanki herşeye hükmü geçen bizmişiz gibi...

sanki kendileri taşın altına elini koymuş gibi bizi yargılarlar...

diğerlerini bilmiyorum ama ben müteahhidi olduğum ilişkiler için elimden gelen çabayı sarf ettiğim halde sonunda hüsrana uğruyorsam. kımsenın gözünun yaşına bakmadan kendi ellerimle yaptıgım binanın temeline dinamiti koyuyorum.

zira onun temelinde Allah rızası olsa idi. aşkla yükselse idi o bina nice depremde doğal afette sarsılmazdı.

http://www.dailymotion.com/video/xkalvz_cafe-anatolia-dreams-of-love_music?search_algo=1




26 Nisan 2012 Perşembe

melankoza (idik)



Sen melankoza…
Melankolik fıtratımın iflah olma çabası.
Kelebek misali tırtılın yuvası
Melankoza.
Gece uykuda.
Gün eteklerini toplamış ufukta.
Bi sen kalmışsın geriye
Bir de koca bir boşluk yüreğimde…
Kamer de yok bu gece.
Yıldızlar bile terki diyar eylemiş.
Siyaha bürülü gök perdesinde.
Dedim ya melankoza…
Bir biz kaldık geriye…
Bir de koca bir boşluk içimizde.
Vicdanımın duvarlarında yankılanan koca bir ses
Ki haykırıyor : EYVAHHHH!!!!,
Eyvah…
Melankoza..
Kaç seheri karşıladık seninle
Gözyaşı besteleriyle…
Kaç gecenin ırzına geçtik
Heba edilen düşlerle…
Kaç zamanlar efkar kadehleri tokuşturduk.
kaç kez duygu dehlizlerinde
Aşka dokunduk…
Sen ki melankoza…
Koca bir dünya taşırken içinde
Ummana yetecek yürek varken
Kozanın çapına ulaşamamak…
O perdeyi aşıp dünyaya bakamamak..
Bir tırtıl gibi kendi sınırlarına hapsolmak…
Ah melankoza..
Bir görsem ki ufkum zarımdan çok ala
Bir varsam ki hayal ettiğim boyutlara.
Bir sıyrılma vakti şimdi melankoza…
Hüznün küflü kilitler vurduğu esirlikten
Nefse tabi beşeriyetten…
İrade dışı tüm hareketlerden.
Sen melankoza…
Bugünün özgeçmişi
Yarının müjdecisi.
Sol yanıma saklı kelebeğin
Doğum arifesi.
Sancılar sıklaşıyor melankoza.
Daha bir derinden şimdi her şey
Alışmış gibi dursam da
İnanma
Yolunda değil hiçbir şey…
Ne geceler örtüyor yaşananları
Artık kara bile kara değil yanımda.
Ne de kamer tercüman oluyor halime
O da artık ırak bu yüreğe…
Şimdi melankoza..
Duygu girdaplarına isyan var bu bedende.
Bir denge aranıyor akıl ve iradeyle
Bu öyle bir çaba ki melankoza
Sığmıyor artık larva çapına.
Ya doğacak bir kelebek
Bu tırtıl aleminden…
Kanatları ukbaya dönük…
Ya da çürüyecek içte kalan öz
Gereğince işlenmediğinden.
Dalları ateşe varan bir zakkum gibi….
Sen melankoza…
Öyle bir köksün ki nisyan toprağında
İçine alacağın suyla yeşerecek yarın
Ya kökü gökte bir “tuba ağacı”
Ya da küfre bulaşmış bi dünya meyvesi
Nimetleri yalanlayan bir “kezziban”
2temmuz 09/perşm

Kozadan Kelebeğe

dün kendimi okudum yine kitaplarda, bilim dünyasının tahlil ettiği rahatsızlıklarımı tespit edip reçete yazdım kendi kendime.
ilk madde mutlu olmak, hüzne veda edip dümeni şükür kıyılarına çevirmek. öyle yazıldığı gibi kolay olmayacak haliyle. ama denemekte fayda var. ne de olsa kaybedeceğimiz yada kazanacağımız kendi hayatımız. yani illa ki denenmeli.
sabah can sıkan bir kriz olsa da güzel bir kahvaltı ve yumurtalı ekmekler güne iyi bir başlangıçtı. hele ki benim kahvaltı hazırlığında olduğum saatte Şeri nin arayarak mesaiden dert yanması ve sabah çok zor uyandığını anlatması ikinci şükür sebebimdi. çünkü ben kendi işimin patroniçesi ve dilediğim saatte kepenkleri kapatma özgürlüğüne sahiptim. tıpkı bu sabah olduğu gibi saat 10 da da 12 de de büroya gitsem kimseye hesap vermek zorunda değilim. Elhamdulillah.

Büroda yalnızım bir kaç aydır. zira Fatma evlilik hazırlıklarına gömülmüştü. Şimdi de balayında. Allah mutlu kılsın. bakma yalnızlıkla cümleye başladığıma. ben daha huzurluyum yalnız çalıştığımda. çünkü kalabalıkta zihnımı toparlayamıyorum. Derviş beyin bürosunda iken en zorlandıgım şeyde buydu. iş güç de iyi çok şükür. ne sinek avlıyoruz ne de yetişemeyecek kadar çok iş yapıyoruz. kısaca kendi yağımızda kavruluyoruz.

bir ara borçlu ile yaptıgım telefon görüşmesi sinirlerimi gerdi ama araya öğle namazının girmesi ve soğuk suyla temas gerginliğimi giderdi.
bütün gün borç ödemekle uğraştım. cebimde bir kuruş para kalmasa da ödenecek borcum da kalmadı Hamdolsun. ne vergi ne kira ne fatura bişicikler kalmadı. bu ay da çarkı döndürdük. Rabbım gelecek ay yüzümüzü kara çıkarmasın.

veeee günün süprizi. bir dosya için Yeşilköye gidip sömürücü bankalardan evrak almam gerekiyordu. istanbulda 6 yıldır yaşamama rağmen Sirkeci- Halkalı tren hattını hiç kullanmamıştım ve ben tren yolculuklarına bayılırım. Banka ile tren ne alaka diye düşünürsek. banka Yeşilköy tren istasyonuna çok yakın olduğu için o hattı kullanmam gerekti. aslında bakırköy vs yerlerden aktarma şansım olduğunu öğrendim ama yine de 65 dk sürecek olan treni seçtim. iyi ki de trenle gittim.
ilk önce sirkeci garının tarihi kokusu mest etti beni. daha önce de sırf oranın havasını teneffüs etmek için içeri girmiştim ama hiç yolculuk etme fırsatım olmamıştı. bugun bir ilk yaşandı.
yolcuların binmesinden sonra tren hareket etti. evet seviyordum treni. uzayıp giden raylarını. o rayların arasındaki taşları ve taşlar arasında yer yer biten otları. hepsini seviyordum.
daha önce Gülhane çıkışında hayal kurmuştuk. birlıkte tren yolculuğu yapalm diye. Cankurtaran'a giderken o hayal aklıma geldi. içim burkuldu. olsun neydi ilkemiz mutlu olmak. bugun hüzne yer yoktu.
kumkapı yedikule cerrahpaşa zeytinburnu ve hatırlayamadığım daha nice duraktan geçtik. tren raylarına komşu evleri seyrettim. acaba onlar da bu yolculuklardan benım kadar mutlu olurlar mıydı? yoksa tren onlar için sadece bir gürültüden ibaret mi? bilemedim. sormam da mümkün değildi.
tren ilerledikçe bilmediğim bir şehirde gibi hissettim kendimi. evet bir sonraki seferde burayıd a gezmeliyim dediğim yerler oldu. yeni planlar can buldu.

hedefime varıp işlerimi halletmem 10 dk sürmedi. ama hemen geri dönmek içimden gelmedi. Hadi dedim kendi kendime ve devam ettim cadde boyu yürümeye. nereye niçin yürüdüğümü bilmiyordum ama sadece yürümek ve bir keşif yapmak istiyordum. bir ara acıktım acaba birşeyler mi yesem diye düşünsem de seçeneklerin çokluğu gözümü korkuttu ve tabi menülerdeki fahiş fiyatlara rağmen tabağa neyin konacağını bilmemek.
sonunda çok tatlı bir hediye dükkanına denk geldim. evet keşif buydu. Colomb kadar mutluydum. Sakarya yarın gidecektim ama kaç gündür orda yapılacak olan parti için şeri ye özgü güzel bir hediye bulamamıştım. birkaç eşyaya baktıktan sonra tam isabet bir  hediye bana göz kırpıyordu. mini minnacık bir mutfak takımıydı bu. tencere tava, kepçe eldiven vs aksesuarlardan oluşan oyuncak gibi ama orjınal bir takımdı. satıcının tebessümlü çehresi ile alış veriş daha bir tatlı hal aldı.

ve dönüş yolu. tren yolculuğu. içimde uzayıp giden raylar arasında bir o yana bir bu yana sallanan yüreğimin rüzgarla dansı. güneşin ara ara yuzumu okşadığı, gözümün yeşile ve maviye doyduğu anların hülasası işte bu yazı.

Mutluluk ilkesi ile başlanan gün böyle güzeldi. Rabbım çok şükür.

27 Mart 2012 Salı

Gel Ey Nebi

Gel ey nebi!!!
Gel ey resulü kıbrıya
Gel ey Muhammed Mustafa(sav)
Sen yoksun 
Bilal misalı haramlarla eziliyor bedenlerımız
Sen yoksun çöle değil ama 
Diri diri günah kumlarına gömülüyor bedenlerımız
Gecelerden de karanlık gündüzlerimiz
Kaf dağını geçti cürümlerimiz

Gel ey nebi
Tükrüğün merhem olsun 
İnsan kılıklı şeytanların ısırıklarına

Gel ey nebi
Okşayışınla silinsin gözümüzden haramlar 
Duanla hidayete ersin tüm isyankarlar
Gel ey nebi KAMER binlere bölünsün bu sefer

Gel ey nebi
Gel demeye de yüzümüz yok 
Haramla o kadar haşir neşiriz ki
Helalin tadını unutmuş dilimiz

Gel ey nebi
Vahşi misali SENden uzakta olmaya razıyız
Çıkmayız karşına durmayız dergahında SEN istemezsen 

Gel ey nebi
Yeter ki SEN gel
Sana selat edenler hürmetine
Seccadesini gözyaşıyla yıkayanlar hürmetine

Gel ey nebi
Doğsun güneşimiz
Sana hasret yurekler vuslata ersin
Gel ey nebi kardeşlerini bırakma SEN siz

Gel ey nebi
Bir Sümeyye de biz olalım 
Rıza uğruna parçalara ayrılsın bedenlerimiz

Gel ey nebi
Zekeriya(AS) misali testereyle liğmelere ayrılalım
Seni görsün nuruna hasret bakışlarımız; o zamankı
Seni gören göze neyler testere neyler işkence

Gel ey nebi
leylasına kavuşsun mecnun gezenler
Sahibini bulsun adressiz mektuplar naatlar şiirler

Gel ey nebi
Misafir ol yine Eyup sultana
Fatıh te hırkai şerifini al omzuna

Gel ey nebi
Canı yürekten biz de diyelim
Tâla al bedrü aleyna

Gel ey nebi
Cennet hurmalarına layık olsanda
Ikramımızı kabul buyur soframızda

Gel ey nebi
Asıl fethi yaşasın İstanbul 
Yedi tepesi zikretsin adını 
Esselamü aleyke ya RESÜLALLAH desin 

Gel ey nebi
Bir nesibe de biz olalım 
Savaş meydanında sana siper 
Yüreği yanık bir ana İslam ordusuna bir nefer

Gel ey nebi
Sana ay güneş vaat edilse dahi 
Kabul etmezdın İslam dan gayrısını 
Tebliğden başkası değersizdi gözünde

Gel ey nebi 
Ümmetin boş işlerde 
ne ay var elımızde ne güneş
yine de hayatımız bir keşmekeş

Gel ey nebi 
bastıgın yerın tozuyla teyemmum edelım
aklansın uzuvlarımız

Gel ey nebi 
okşansın yetımlerın başı
yetım olmayıp yetım buyuyenlerin

Gel ey nebi 
ışığın yansısın dünyaya
güneş haya etsin 
SEN varken doğmaya

Gel ey nebi 
Kuş tüyü yastıklarda yatan
Ümmetının uyanma vaktıdır şimdi
O rahata SEN layıkken
Hasırlar bize gerekırken
Gaflet uykusunun son demidir şimdi

Gel ey nebi
Bekletme ümmetini

Gel ey nebi
Esirgeme şefaatini
Gel ki son bulsun kederler
Mahşere kalmasın tövbeler
                                                                                                          2008 Kamer'ce