6 Mayıs 2012 Pazar

Av'liya Kamer'i Antalya

bir an önce uyumalıyım sabah olmak üzere ve uçaktaki birkaç dakikalık dinlenmeyi saymazsak gözümü yummadım. ancak yazmalıyım.
biliyorum eğer şimdi yazmazsam uçup gidecek hepsi. an içinde bütün hücrelerime dolan duygular zamana yenik düşüp yerlerini başka hislere bırakacak. işte o zaman bu yazının temeli de duvarları da olmayacak. şimdinin renginde anlam bulacak desenler gelecek zaman içinde belki de bir hiç olacak.
işte o yüzden yazmalıyım. anlatmalıyım Antalya nın mis gibi hanımeli kokusunu. uçaktan inip servisle şehir merkezine vardığımızda başımızı döndüren oksijenden söz etmeliyim ilk önce. sonra gözlerimize zerafet gibi serilen yemyeşil örtüden bahsetmek gerek illa.

gecenin bir vaktine dek kapısına gelecek misafirleri bekleyen Mustafa amcadan ve selma teyzeden söz açmak gerek devamında. kestikleri adağı bize ikram etmek için sarf ettikleri emekler dile getirilmeli. sırf misafirlerine iki gün rahat ettirebilmek için bir hafta öncesinden hazırlıklara başlamalarına ve işleri bitirmek için full mesai çalışmalarına ne demeli...

o sıcak muhabbetleri, o karşılık bbeklemeyen cömert elleri ne kadar öpmeli. buram buram huzurun estiği o saadet hanesi, alt komşu mu kiracı mı yoksa can kan kardeş mi ayırt edilemeyen samimi ilişkiler mi,
henüz konuşmayı sökememiş Fatmanurun "apaaaa" diye başlayan 2 kelimelik cümleleri, hangi birinden söz etmeli.

aslında hiçbirini atlamadan tek tek hepsi ifade edilmeli. ki hiçbirinin hakkı geçmesin diğerine. zira biz iki gündür bunu gördük yaşadık şahit olduk bu ailede.

6 kişi gittiğimiz halde herbirimizi kendi evlatları gbi bağrına basan bir aile. Antalyanın Finike ilçesine bağlı Hasyurt adlı bir belde. İsmi ile müsemma deyişinin hakkını veren bir çift gördük bu gezimizde. cömertlik, fedakarlık, samimiyet ve iyiniyet birbirinden ala sıfatlar az gelir onları tarife. insanın hası demek en doğru tanım bence.

gidip görmeli Hasyurtun cennet bahçelerini andıran o koylarını, su kenarına kurulmuş alabalık tesislerini ve daha nice güzel yeri. gidip görmeli ve tefekkür etmeli saatlerce, bir saatlik tefekkürün bin yıllık nafile ibadete denk olduğunu bilerek hem de.

iki gün boyunca ayette buyrulan ve yeryüzünün direği sayılan yalçın dağlardı mekanımız. kıyıya zikirle vuran dalgalardı yoldaşımız. denizleri takip ettik yollar boyu.
yiyiniz içiniz israf etmeyiniz hukmune binaen tadına vardık dünya nımetlerının.

en önemlisi de emeğe şahit olduk yolculuğumuz boyunca. sabah gün ışığı ile kalkan ve çalışmaya bbaşlayan emektar insanların yetiştirdiği taze mis kokulu sebze ve meyveler doldurdu tabağımızı soframızı ve dönüş yolunda bavullarımızı.
"abı ıkı kılo da domates koy" deyip üç kuruş uzatmak kadar kolay olmuyor bir mahsülü yetiştirmek. onu bilerek lokmaları çiğnemeli insanoğlu.

ve unuttuğum diğer nokta. Antalyaya istanbuldan kara yolu ile ulaşım 16 saat süreceği için hava yolunu tercih ettik. ve bir saat 5 dakıkada Antalya hava alanına inmiştik.
çocukken gökyuzune bakıp "bunlar nasıl gidiyor gökyuzunde. aaaa bak arkasında beyaz bulutlar oldu anne" diye şaşkınlıkla seyrettiğim uçağın içinde olmak bambaşka bir hisdi.
dün hayalin olan şey bugun ellerinin içinde. ama hala şükür yok dilde...
bir şükredemiyoruz layıkı ile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder